Kalın bağırsağın makata yakın olan ilk 12 cm olan bölümüne rektum adı verilir ve bu bölümden kaynaklanan tümörlere rektum kanseri denir. 35 yaştan itibaren sıklığı artmakla birlikte en sık 50 yaş sonrasında gözlemlenmektedir. Ailesinde kalın bağırsak kanseri veya kalın bağırsak polipi bulunanlar ve ülseratif kolit hastalığı olan bireylerde rektum ca riski artar.
Rektum kanseri ilişkili araştırmaların sonuçları;
Yapılan araştırmalarda kolorektal kanserin dünyada en sık görülen 3. kanser türü olduğu görülmüştür. Dünyada her yıl 1 milyondan fazla kişiye kolorektal kanser tanısı konulmakta ve bunların %50’sinden fazlasında hastalık, metastaz ile seyretmektedir. Kolorektal kanser Avrupa’da 2. sıklıkta görülen kanser türüdür (%13.2). Avrupa’da yılda 212,000 kişi kolorektal kanser sebebiyle hayatını kaybetmektedir. Kolorektal kanserlerin yaklaşık 1/3’ü rektum kanseridir. Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl 41,000 kişi rektum kanseri tanısı almaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın 2006 yılında yayınladığı kanser istatistiklerine göre ülkemizde rektum kanseri insidansı tüm kanserler arasında erkeklerde 8. sırada; kadınlarda ise 10. sıradadır.
Glisemik yükün fazlalığının früktoz, glikoz ve rafine karbonhidratlardan zengin yiyeceklerin fazla tüketiminde erkeklerde pankreas, kadınlarda da kolon/rektum kanser riskinin arttırdığı göstermişlerdir. Diyet posasının özellikle kolon ve rektum kanser risklerini azalttığı bilinmekle beraber , buğday kepeğinin koruyucu olmadığı gösterilmiştir. Bununla beraber diyet posasının genel olarak dışkı hacmini, su tutumunu, yabancı madde atımını (özellikle safra asitlerini bağlayarak) arttırdığı, dışkının bağırsaktan geçiş zamanını azalttığı, bağırsak mikroorganizma yapısını değiştirdiği, dışkıyı sulandırarak kısa zincirli yağ asitleri oluşturduğu bilinmekte ve bütün bu etkinlikleriyle koruyucu olduğu savunulmaktadır.
Bazı çalışmalarda doymuş yağ asitlerinden (tereyağı, katı margarinler, içyağı gibi) zengin yağ tüketiminin kolon, rektum, pankreas, böbrek kanserleri ile postmenapozal kadınlarda meme ve endometrium gibi bazı kanser risklerini arttırdığı belirtilmiştir.
Riboflavin; epitel doku atrofisini önlediğinden, bağırsak florasını ve karaciğer enzim aktivitesini düzenlediğinden deri, kolon ve karaciğer kanserlerinde koruyucu olabileceği ileri sürülmektedir.
Diyetle düşük düzeyde bakır alımının dışkı su miktarını azalttığı, serbest radikalleri ve alkalin fosfatazı arttırdığı gözlenmiştir. Bunlar kolon kanseri için risk etkeni olarak kabul edilmektedir.
Kalsiyumun prostat kanser riskini arttırdığı görüşü ispatlanamamıştır, ancak yeterli ve dengeli miktarda D3 vitamini ile beraber alınmasının kolon/rektum kanserlerinde koruyucu olduğu üzerinde durulmaktadır.
Fitokimyasalların çiğ meyve ve sebzelerde bol bulunması dolayısıyla bol miktarda sebze ve meyve tüketenlerde özefagus, ağız boşluğu, pankreas, mide, kolon, rektum ve akciğer kanser insidansının düşük olması ile bağdaştırılmaktadır.
Soğan ve sarımsakta bulunan allilik sülfitler immün sistemi güçlendirerek, karsinojenlerin atılımını arttırarak, tümör hücre çoğalmasını baskılayan enzimleri uyararak koruyucu etki yaparlar. Meyveler, sebzeler, çay, kakao ve şarap gibi yiyeceklerimizde bulunan flavonoidler; hem antioksidan olarak, hem de serbest radikal yakalayıcısı olarak işlev görürler. Glutation-S-transferazı (GST) aktive ederler, bu da mutajenik potansiyeli bulunan yabancı maddeleri detoksifiye eder. İnsan bağırsak florası sağlık için yararlı ve patojenik potansiyele sahiptir. Bunlar içinde probiotik ve prebiyotik organizmalar vardır. Bunların hepsi konakçıda bağırsak dengesini sağlayarak kolon, rektum gibi kanser risklerini azaltmaktadırlar.