MİKROBİYOTANIN BEYNE ETKİSİ
Depresyon, demans, ms, anksiyete, otizm, alzheimer vb. hastalıklar 20. yy da giderek artmakta ve günümüzün salgın hastalıkları arasına girmektedir. Bu hastalıkların kesin bir tedavi yöntemi olmaması sebebiyle ciddi bir tedirginlik yaratmaktadır.
Yapılan araştırmalar hala sürmekle birlikte beyinden kaynaklı olduğunu düşündüğümüz bu hastalıkların bağırsakla alakalı olabileceğine dair güçlü kanıtlar vardır.
Tıp dünyasında ikinci beyin olarak görülen bağırsakta 500 milyon sinir hücresi bulunurken beyinde 80 milyar sinir hücresi bulunmaktadır. Her ne kadar ilk bakışta beyin bağırsağı etkiliyor gibi gözükse de aslında çift yönlü bir etkileşim içindedirler.
Bağırsakta 100 trilyon mikroorganizma vardır ve bu sayı toplam insan hücresinden 10 kat fazladır. Bilim insanlarının son zamanda yaptığı çalışmalara göre obezite diyabet gibi metabolik hastalıklardan, şizofreni, otizm, anksiyete, depresyon gibi nöropsikiyatrik bozukluklara kadar bütün hastalıklarda mikrobiyotanın (bağırsakdaki mikroorganizma topluluğu) etkisi büyüktür.
Peki hücrelerimizden fazla bulunan bu mikrobiyotaya gerekli ilgiyi gösteriyor muyuz?
Mikrabiyota yaklaşık iki kilo ağırlığıyla ve işleviyle son zamanlarda yeni bir organ gibi görülmektedir. İnce bağırsaktan gelen besinlerin sindirimi, B ve K vitaminlerinin üretimi, doygunluk hissinin sağlanması gibi pek çok görevi olan mikrobiyotanın en önemli görevlerinden biride dış dünyayla bariyer oluşturmasıdır. Besinlerle vücudumuza aldığımız zararlı mikroorganizmaların dolaşıma karışmasına ve yerleşmesine engel olarak bağışıklığımızı desteklemektedirler.
Ayrıca vücudumuzdaki serotoninin %90’nı bağırsak duvarlarından salgılanmaktadır. Mikrobiyotadaki her hangi bir değişiklik bağırsak hücrelerimizi strese sokarak ruh halimizi etkiler. Bu da kronik yorgunluk, depresyon, anksiyete gibi hastalıkları tetikler.
SIZDIRAN BAĞIRSAK HİPOTEZİ
Bağırsak epiteli vücuttaki en geniş mukozal yüzeydir. Sağlıklı durumda epiteldeki sıkı bağlantı proteinleri ile mukus tabakası, bakteriler ve yabancı antijenler için fiziksel bir bariyer oluşturur(Borre ve ark. 2014). Mikrobiyota dengesinin bozulmasıyla bağırsak duvarında hasarlar meydana gelir ve bağırsak geçirgenliğinin artması sonucu mikroorganizmaların ürettiği zararlı maddeler sistematik dolaşıma karışır(Hornig 2014).Dolaşıma karışan zararlı maddeler beyne gider ve beynin normal fonksiyonlarını engelleyerek hastalıklara sebep olur.
Disbiyozis (mikrobiyatanın dengesinin bozulması) kimlerde daha çok görülür ve düzeltilmesi için neler yapılmalıdır?
Öncelikle risk altındaki gruplardan başlayalım:
- -Sezaryen yolla doğmak
- -Anne sütü almamak
- -Steril ortamlarda yetişmek
- -Stres
- -Batı tipi beslenme
- -Sık ve uzun süre antibiyotik kullanma
- -Sık alkol kullanmak
- -Hareketsizlik
Bu risk gruplarında yapılan ve ilgimi çeken bir kaç araştırmayı paylaşmak istiyorum:
2010 yılında yapılan bir çalışmaya göre sezaryen yolla doğan bebeklerin mikrobiyotalarının daha az çeşitlilik gösterdiği bulunmuştur. Çalışmaya göre; vajinal yolla doğan bebekler annelerinin vajina kanalındaki mikroorganizmalara benzer mikrobiyataya sahipken, sezaryen doğan bebekler derideki zararlı bakterilere benzeyen mikrobiyotaya sahipdir.
2013 yılında yapılan başka bir çalışmada ise Dr. Molly Fox ve meslektaşları 192 ülkeyi iki ölçüte göre değerlendirdi. Öncelikle bu ülkelerden insanların parazit enfestasyonunu ve bağırsak bakterilerinin çeşitliliğini, ikinci olarak da Alzheimer hastalığının görülme oranını incelediler. Araştırma sonuçlarına göre; sanitasyonun en az olduğu ülkelerde Alzheimer’ın yaygınlık oranı ciddi anlamda düşükken sanitasyonun daha fazla olduğu (yani ağırsaklarında daha az organizma çeşitliliği olan) ülkelerde Alzheimer’ın yaygınlık oranı son derece yüksekti.
Antimikrobiyal tedaviler, dezenfektan temizlik ürünlerinin yoğun şekilde tüketimi ve batı tipi diyet alışkanlıkları gibi modern yaşamdaki gelişmeler mikrobiyom üzerinde derin ve kalıcı etkiler meydana getirmektedir. Diyet değişiklikleri ve hijyenik bir çevrede büyümenin etkileri özellikle gelişmiş ve zenginleşmiş ülkelerde görülmektedir. Bu ülkelerde alerjik hastalıklar ve otizm insidansı yüksektir(Hornig 2013).
Strachan ın 1989 yılında yaptığı araştırmaya göre özellikle çocukluk yıllarında mikroorganizmalarla temasın azalması, doğadan uzak kalınması ve insan nüfusunun büyük ölçülerde şehirlerde yaşamaya başlaması alerjik hastalıkların görülme sıklığının artmasına neden olmaktadır.
Bağırsak Florasının Düzenlenmesi (Disbiyozis Tedavisi)
- Disbiyozis tedavisinin kısaca dört madde halinde sıralayabiliriz. Bunlar:
- -Bağırsakların artıklardan arındırılması
- -Florada eksik olan mikroorganizmanın yerine konması
- -Besin duyarlılığı varsa bu besinin diyetten uzaklaştırılması
- -Bağırsakların beslenmesinin ve çalışmasının düzenlenmesi
Dr. David Perlmutter’ın Beyin ve Bağırsak kitabında anlattığı gibi mikrobiyota kronikleşen hastalıklar konusunda büyük bir çözüm gibi gözükmektedir. Bu hastalıklara iyi gelecek ilaçlar ve tedavi yöntemleri araştırılmaya devam ederken dikkati çekmemiz gereken başka bir nokta daha vardır.
Bu hastalıklar bizi bulana kadar neredeydik???
- Her yıl onlarca para harcanan ve maddi manevi insanı zorluklara sürükleyen bu hastalıklara karşı oluşmadan önce tedbir almalıyız.
- Günümüz hastalıklarından korunmak için öncelikle mikrobiyotamıza iyi bakmamız ve bağırsak floramızı zenginleştirmemiz gerekmektedir.
- Başlangıç olarak un ve şekerden yani basit karbonhidrattan uzak durmamız gerekiyor. Çünkü bağırsakdaki zararlı mantar ve patojenler basit karbonhidrattan besleniyor.
- Sebze, meyve, et ve yumurta gibi doğal gıdalardan zengin besinlere diyetimizde yer vermeliyiz.
- Fermente ürünler (turşu, yoğurt, peynir, kefir, tarhana vb.) bağırsak florasında bulunan probiyotikleri arttırırlar.
- Kuru baklagiller, sebze, meyve ve kepekli ürünlere beslenmemizde yer vermeliyiz; çünkü bunlar doğal lif içermekte ve bağırsağımızdaki bakterileri uyararak prebiyotik etki göstermektedir.
- Aşırı dezanfektan kullanımından kaçınmalıyız.
- Düzenli olarak egzersiz yapmalıyız.
- Ayrıca giderek artan şehirleşmenin içinde fırsat buldukça doğayla iç içe olmalı ve toprağa dokunmalıyız.
Dyt. Hüsniye YARAŞ
KAYNAKÇA
Doğan Adem, Yaşar Soner, Kayhan Sait, Kırmızıgöz Şahin, Kaplan Ali, Türk Nöroşir Dergisi, 28(3):377-379, 2018
Dr. Perlmutter David, Beyin ve Bağırsak, Pegasus Yayınları, 2.Baskı Temmuz 2018
Enders Guilia, Büyüleyici Bağırsak, Büyükada Yayıncılık, 1.Basım, Mayıs 2016
Evrensel Alper, Ceylan Mehmet Emin, ağırsak eyin Ekseni: Psikiyatrik ozukluklarda ağırsak Mikroiyatasının Rolü, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 7(4):461-472, 2015
Karakan Mustafa, Elmacıoğlu Mehmet Ali, Nazlıkul Hüseyin, Proiyotikler-Preiyotikler ve ağışıklık Sistemi, ilimsel Tamamlayıcı Tıp, Regülasyon ve Nöralterapi Dergisi, Cilt:10, Sayı:1, 2016
Nazlıkul Hüseyin, Acarkan Tijen, Bağırsak ve Enterik Sinir Sisteminin Regülasyondaki Önemi, Bilimsel Tamamlayıcı Tıp, Regülasyon ve Nöralterapi Dergisi, Cilt:8, Sayı:1
Özenoğlu Aliye, Duygu Durumu Besin ve Beslenme İlişkisi, ACU Sağlık Bilimleri Dergisi, 9(4):357-365, 2018