Bugün dünyada binlerce yemek kültürüne rastlayabiliriz. Bazı toplumların yemek kültürü bulunduğu coğrafi koşullara göre, bazılarının ki ise dinlerine göre şekillenmiştir. Bizim yemek kültürümüz Orta Asya’dan başlayıp hem bulunduğumuz çevreden, hem dinimizden, hem de öteki kültürlerden etkilenmiştir. Eskiden Batılılar bizim yemek kültürümüze özenirken, şimdi biz onlarınkini benimser olmuşuz. Eskiden yemeklerimiz bulgur pilavı, et, yoğurt, hurma, zeytin gibi yiyeceklerden oluşuyorken şimdi fast food yaşamımızın bir parçası haline gelmiş.
Dışarda yemeğe alışıyoruz. Evet çalışan ve yemek yapmaya vakti olmayan bir toplum haline geliyoruz. Yemek için ya daha önce yediğimiz ya da en yakındaki yerleri tercih ediyoruz. Tabii ki en uzak iki sokak ötede fast food satan bir mekan görmek kaçınılmaz. Biz de kolay olanı seçiyoruz karnımızı doyuruyoruz. Evet ”karnımızı doyuruyoruz” ama ihtiyacımızı gidermiyoruz. Bu bizim genlerimizde olmayan bir durum. Atalarımızın yemek kültürüne baktığımızda İslamla ve geleneklerimizle bağdaştırmak mümkünken bizim şuan yaptıklarımız neyle bağdaşıyor? Her geçen gün benliğimizden biraz biraz koparılıyoruz. Sanayileşmiş toplum başlığı altında kar amaçlı üretime geçip yiyeceklerin bile doğasıyla oynayarak kendi sonumuzu hazırlıyoruz. Bugün biz müslümanlar yemek için bile yol gösterilmiş bir dine sahipken söylenenleri göz ardı ediyoruz ve belki bilimsel bir çerçeveye sığamayacağını düşünüyoruz.
Mesela Eski Türkler yer sofrasında yemek yerken, Batı kültüründe masada yemek yeniyordu. Peygamber Efendimiz de yer sofrasında yemek yiyordu. Peki onun zamanında masa olmadığı için mi orda yemek yiyordu? Hayır. Aslında İslamda bizim bilmediğimiz ve bilmediğimiz için de bilimsel olarak açıklamasının olmadığını sandığımız bir çok şey var. Mesela ”ayakta yemek yenmez, su içilmez” denir. Neden acaba? Midemizi alttan destekleyecek bir organ yoktur. Midemiz askıda gibidir ve vücut pozisyonumuza göre şekli değişir. Mesela ayakta yeme içme gerçekleştiğinde yerçekiminin etkisiyle besinlerin midede kalma süresi kısalır. Bu durum uzun vadede mide uzamasına neden olur. Sandalyede oturma pozisyonu ayaktakine göre daha iyidir ; çünkü midenin pozisyonu daha yatay bir hal alır ve bağırsaklar tarafından da desteklenir. Özellikle sıvı maddelerin mideden geçişi ayaktaki gibi değildir.
Peygamber Efendimiz ”midenin 1/3 ünü yemek, 1/3 ünü su, 1/3ünü de hava için ayırın” buyurmuştur.
Şayet biz midemizi tıka basa doldurduğumuzda besinleri sindirmek için hem midemizi ektra mesaiye çıkartmış oluruz hem de salgılanan mide asidi midemizin doluluğu sebebiyle üstlere kadar çıkıp yemek borusuyla mide arasındaki kapakçığın zamanla aşınmasına sebep olur. Uzun vadede aşınmanın artmasıyla reflü meydana gelir.
Midenin 2/3 lük hava+su ya ayırılacak kısmının hepsini masada oturup yemekle doldurmak mümkündür. Çünkü oturduğunuz sandalye rahattır, muhabbet güzeldir, oturdukça oturasınız, yedikçe yiyesiniz gelir. Batıda sırf yemek için ziyafet odası, yemek sırasında eğlenmek için dans eden müzik çalan birileri vardır. Oysaki bizde böyle bir kültür yoktur. Eski türkler yer sofrasında yemek yer ve midelerine baskı yaparak oturdukları için mideleri dolmadan sofradan kalkarlardı. Yemek bir eğlence değil ihtiyaçtı. İhtiyacı olunan zamanlarda yemek masasına değil, yemek sofrası onların oturduğu odaya kurulur yemek bitiminde kaldırılırdı. Yerde iki büklüm oturulduğu için rahat değildi. Ve insanlar ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra sofradan kalkarlar, tekrar tekrar yemezlerdi.
İsrafa sürükleyecek bir yemek alışkanlığı yoktu.
Ama şimdi toplum olarak gittikçe şişmanladığımızı görüyoruz. Peki israf müslümana göre değilse neden gün gectikçe şişmanlıyoruz? Sadece kendi hakkımıza düşeni değil başkalarının haklarını yediğimizin farkında mıyız? Bugün annelerimiz maddi imkanları yettiği için ”aman aç kalınmasın yavrucaklarım” düşüncesiyle bol keseden yemek pişiriyor. Sonrasında da yemek bitsin, onu bulamayan insanlar var diye tabağınızı bitirmeye zorluyor. ”Evet onu bulamayan insanlar var ve ben ihtiyacımdan fazlasını yani onun hakkını yiyorum anne!”. Peki dışarda yediğimizde nelerle karşılaşıyoruz? Gözümüzün açlığı karnımızı doyurmuyor ki küçük boy menülere tamah etmiyoruz. Satanların da işine geliyor küçük boyun fiyatını arttırıyor büyük boyla aralarında fiyat farkını azaltarak bize daha çekici gelmesini sağlıyor. Biz büyük boy alarak kar ettiğimizi sanıyoruz ama hem cebe hem vücudumuza zarar veriyoruz.
Unutmayın artan her lokma tokluğu değil açlığı arttırıyor. Yedikçe mideyi genişletip sınırlarımızın dışına çıkıyoruz. Bu da obezite, kalp damar hastalıkları, eklem hastalıkları gibi gümrük vergilerini ödemeyi gerektiriyor. Bu şekide olmasını istemiyorsanız tabağımıza ”ihtiyacımız kadarını”koyup tamamını bitirmeyi alışkanlık edinmelisiniz. Yemek yerken midenin kaçta kaçının dolu olduğunun farkında olmalıyız. Tabii ki beslenme alışkanlıklarımızı ilk düzene soktığumuz zamanlar bunu yapmak kolay olmayabilir.
Midenin 1/3 ünü doldurmayı hedeflerken ihtiyacımızdan az tüketmemeliyiz. Bu ayrımı gözetme aşamasını diyetisyenimizle birlikte yapmalıyız. Peki Türk toplumunun yemekte vazgeçemediği ama sosyal medyada eli silahlı düşmanlarının bulunduğu ekmek? Peygamber efendimiz tabii ki ekmek yerdi ama onun yediği ekmek şuan büyük çoğunluğumuzun tükettiği ekmekten değildi. Buğdayın kabuğundan ayrılmamış kara undan yapılmış ekmek tüketirdi. Aslında beyaz undan yapılan ekmekler lezzeti yada görünüşü daha iyi olduğu için değil mide, bağırsak gibi gastrointestinal sistemlerle alakalı bazı hastalıklarda tüketilmelidir. Onun dışındaki bireyler buğdayın ayrılan kısmındaki besin ögelerinden ve posadan faydalanmak için tam buğday ekmeği tercih edebilirler.
Değinmek istediğim bir konu da Peygamber Efendimizin yemeğe tuzla başmasıdır. Tuzun içindeki klor adı verilen iyonun mide asidinin de içinde bulunduğu biliniyor. Yemekten önce alınan tuzun mide asidinin asitlik kuvvetini arttırarak sindirimi kolaylaştırdığı düşünülmektedir. Bunu hayatımıza şu şekilde geçirebiliriz; yemeğe tadımlık tuzla başlayıp yemekleri normalden daha tuzsuz tüketebiliriz.
Sürekli sosyal medyada özellikle tansiyon hastaları için tuzun azaltılması konusunda sayfalarca yazı görmek mümkündür. Evet tuz alımı günlük 5 gramı geçmemelidir. Bu da yaklaşık olarak bir silme tatlı kaşığı yapmaktadır. Ne yazıkki ülkemizde günlük ortalama tuz tüketimi önerilenin yaklaşık 3 katı kadardır. Bu yüzden tuz tüketimizi azaltıp yemeklere tadımlık tuzla başlayarak maksimum fayda sağlayabiliriz.
Bunun gibi buradan paylaşmak istediğim bir çok konu bulunmakta olup, en yakın zamanda sizlera aktaracağım.
Tekrar buluşuncaya kadar sağlıcakla kalınız.
Yazar : Yağmur Meryem Yaşar