SUNİ TATLANDIRICILAR VE MİKROBİYATA
Yazar: Dyt. Gülşah YAVUZEL
Son zamanlarda aşırı kilolu ve obez bireylerin dramatik bir şekilde artmasından tek bir faktör sorumlu değilken şekerle tatlandırılmış ürünlerin, özellikle de içeceklerin tüketiminin, tip 2 diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, hipertansiyon ve felç gibi kronik hastalıkların artışı ile rahatlıkla bağlantılı olduğunu gösteren bilimsel bir fikir birliği ortaya çıkmıştır. Başka bir yaklaşım ise şekerle tatlandırılmış ürünlerin, tatlı lezzetler sunan ancak daha az kalorili suni tatlandırıcılarla üretilen ürünlerle değiştirilmesidir. Ne yazık ki, son zamanlarda yapılan birçok çalışmada suni tatlandırıcıların şeker tüketimiyle bağlantılı olan kronik hastalıkların riskindeki artış ile ilişkili olduğunu gösterilmektedir. Suni tatlandırıcı kullanımının artışı özellikle çocuklarda sorun yaratabilmekte, genç yaşlarda aşırı şekerli gıdalar ve içeceklere maruz kalınmasıyla, yetişkinliğe kadar devam eden tatlı tercihleri üzerinde etkili olabilmektedir.
Kalorisiz veya az kalorili suni tatlandırıcılar, sentetik olarak üretilen ve şekerin verdiği tada benzer etkiyi çok daha az miktarda verebilen maddelerdir. Aynı miktarda sükroza oranla 200-20.000 kat fazla yoğun tada sahip olması, kalori miktarının azlığı veya kalorisiz olması bu ürünleri çekici kılan özellikleridir ki suni tatlandırıcıların tüketimi tüm dünyada kullanımı büyük artış göstermiştir. Amerika Besin ve İlaç Dairesi (FDA) suni tatlandırıcıların kullanımının güvenli olduğunu belirtse de, bu ürünlerin kullanımındaki artışla beraber obezite, tip 2 diyabet sıklığında beklenen azalmadan ziyade artışın olması, bu ürünlerin potansiyel zararlarını düşündürmektedir.
İkinci beyin olarak nitelendirilen ve birçok hastalığın temelinde bağırsak mikrobiyotasının araştırıldığı son dönemlerde, tatlandırıcı kullanımının bahsedilen hastalıkların artışı ile alakalı olup olmadığı sorusunu akıllara getirmektedir. Bağırsak mikrobiyotasının hem bileşimi hem de fonksiyonu düzenlenebilir ve farklı mikrobiyotalarla birleştirilmiş diyetler (örneğin yağdan zengin bir diyet gibi) ile hızla değişebilir. Farklı mikrobiyota bileşimleri ve işlevlerinin, farelerde ve insanlarda kilo artışında nedensel bir role sahip olduğu ve tip 2 diyabet eğilimi ve metabolik sendrom ile ilişkili olduğu birçok çalışmayla gösterilmiştir. Böylece mikrobiyotanın diyetin konakçı sağlığı ve hastalık eğilimini yönlendirdiği bir merkez işlevi olduğu söylenebilir. Çoğu suni tatlandırıcı, memeli vücudundan değişmeden atılır, bu nedenle metabolik olarak inert yani atıl olarak kabul edilir ve konakçıya hiçbir fizyolojik etkiye sebep olmaz. Bu kavram suni tatlandırıcıların kullanımının desteklenmesinin temelini oluştururken, konakçı tarafından suni tatlandırıcı metabolizmasının eksikliği, bu bileşiklerin bağırsak mikrobiyotası ile etkileşime girme olasılığını ekarte etmemektedir. Yaygın olarak tüketilen besin takviyeleri gibi suni tatlandırıcılar, mikrobiyota ile etkileşime maruz kalabilir ve böylece hastalıklara davetiye çıkarabilir. Gut Microbes Dergisi’nde (2015) yayınlanan, kalorisiz suni tatlandırıcıların kullanımı ve mikrobiyota arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmada, farelerin içme suyuna, sakarin, sukraloz ve aspartamın ticari formülasyonları yüksek dozlarda takviye edilmiştir. 11 haftalık maruziyetten sonra, suni tatlandırıcı tüketen fare gruplarının her biri su, sakaroz veya glikoz tüketen fareler de dahil olmak üzere çeşitli kontrollerle karşılaştırıldığında belirgin glikoz intoleransı görülmüştür (8. Haftada artış görülmeye başlamış, 11. Haftada doruğa ulaşmıştır). Yapılan diğer deneylerde glikoz intoleransının bağırsak mikrobiyatasındaki değişikliklere bağlı olduğunu ve suni tatlandırıcı verilen farelerin dışkılarının bağırsak mikrobiyotası olmayan farelere nakledildiğinde bu farelerde de glikoz intoleransı geliştiğini göstermişlerdir. Daha sonra, bir ön küçük ölçekli çalışma ile suni tatlandırıcılar ve bunların ilişkili olduğu mikrobiyolojilerin insanlardaki glikoz metabolizmasını etkilemekte nedensel rollere sahip olup olmadıklarını değerlendirmek üzere günlük sakarin dozlarının üst limiti (5 mg kg ± 1.g) düzenli olarak diyete eklenmiş, 7 gönüllüden 4’ünde glisemik cevaba yol açtığını saptamışlardır. Bununla beraber, yanıt verenlerin ve yanıt vermeyenlerin mikrobiyota kompozisyonları, sakarine maruz kalmadan önce bile farklıydı. Bu demektir ki, bir bireyin bağırsak mikrobiyotası bileşimi, suni tatlandırıcılara veya diğer gıda bileşiklerine göre duyarlılık ve kişiselleştirilmiş bir yanıt gösterir. Bu durum kişiye özel beslenmenin önemini vurgulamakta ve bireysel olarak özel sağlıklı diyetler tasarlamaya çalışırken bağırsak mikrobiyotasının önemli bir faktör olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak, suni tatlandırıcılar, kemirgen modellerinde ve insanlarda bağırsak mikrobiyotasını değiştirebilir ve bu da bozulmuş glikoz intoleransına katkıda bulunabilir. Bir bütün olarak ele alındığında, şu andaki kanıtlar, tatlandırıcıların kalorili veya kalorik olmasa da, tatlandırıcı alımının azaltılması üzerine odaklanmanın obezite ile mücadelede daha iyi bir strateji olduğuna işaret ediyor.
Yazar: Dyt. Gülşah YAVUZEL
KAYNAKLAR
- Swithers SE (2015). Artificial sweeteners are not the answer to childhood obesity.
- Jotham Suez, Tal Korem, Gili Zilberman-Schapira, Eran Segal & Eran Elinav (2015). Non-caloric artificial sweeteners and the microbiome: findings and challenge