Soru bankalarınız olmadan nefes alamadığınız, rüyanızda çözemediğiniz sorularla cebelleştiğiniz, kupa kupa kahve içip sabahları kırmızı gözlerle uyandığınız, durmadan çikolata yiyip masa başında oturmaktan 10 kilo aldığınız, stresten sivilcelenmiş suratınızı aynada görmek istemediğiniz o zorlu, heyecanlı, bir o kadar da stresli sınav maratonu bitti.
Bitmesine bitti ama en az onun kadar stresli bir dönem olan tercih dönemi geldi çattı. Ben ise henüz 4 sene önce bu dönemleri atlatan bir ablanız olarak aldım elime kalemi kağıdı.
Mail adresime, instagram, facebook hesaplarıma kafalarındaki soru işaretlerini bir bir yazan kardeşlerime dilim döndüğünce “ Beslenme ve Diyetetik “ anlatma zamanı şimdi.
Bizim ülkemizde meslek seçimi ne yazık ki kişilerin yeteneklerine, ilgilerine ve kişiliklerine göre değil; mesleğin kazandıracağı para ve “ puanım ziyan olmasın “ esasına göre belirleniyor.
“Parayla saadet olmaz” palavraları anlatacak değilim elbette. Ama bununla birlikte “ Sen işini iyi yaparsan, para arkasından gelir.” Felsefesini kendime ilke edindiğimi de belirtmek isterim.
Diyetisyen olmak için üniversitelerin Beslenme ve Diyetetik bölümlerinden birini kazanmak ve bunun için de iyi bir puan almak gerekiyor. Bu yazıyı okuyorsanız, muhtemelen bu aşamaları atlattınız. Peki ya sonrası?
Günümüzde bir meslek sahibi olmak yetmiyor, fark atabilmek ve bunun için de mesleğini iyi yapanlardan olabilmek gerekiyor. İyi bir diyetisyen olmak içinse, insan ilişkilerinizin kuvvetli olması, konuşmayı, anlatmayı, öğretmeyi sevmek, sabırlı, düzenli, çalışmayı ve araştırmayı seven bir kişiliğe sahip olmak en önemli hususlar…
Diyetisyenlik mesleği sadece obezite alanıyla ön plana çıksa da, eğitim süresince Anatomiden Fizyolojiye, Biyokimyadan Gıda Mikrobiyolojisine,Fizyolojiden Sağlık Psikolojisine çeşit çeşit branşlardan ders aldığımızı, yiyeceğin girdiği her alanda diyetisyenin rol aldığını ve yiyeceğin de her alanda bulunduğunu bilmenizde fayda var.
Bunların dışında bana en çok sorulan sorular ise diyetisyenlerin çalışma alanları, atanma durumları, maaşları… Bu mesleği tavsiye eder misiniz ? sorusunu ise her gün duyuyorum şu günlerde.
Finlandiyalı bir meslektaşımızın da dediği gibi “ Besinin olduğu her yerde diyetisyen için bir altın kase vardır.”
Bu sözü rehber edindiği zaman, bir diyetisyenin işsiz kalmaması gerekir. Ne yazık ki yine ülkemizde durum böyle değil. Diyetisyenlerin büyük çoğunluğu KPSS’den yüksek puan alarak iyi bir devlet kurumuna atanmaya bakıyor. Zaten çalışkan öğrencilerin ağırlıkta olduğu bir bölüm olduğundan puanlar yükseliyor, atamalar zorlaşıyor ve mesleğin belki de yalnızca yüzde 5’ini oluşturan “Obezite” alanında yığılma yaşanıyor.
Henüz bir meslek odamızın olmaması, son yıllarda açılan ve mantar gibi türeyen Beslenme-Diyetetik bölümleri, bu bölümlerdeki hoca açığından dolayı dersleri uzman olmayan kişilerin vermesi, branşlaşmanın henüz tam olarak gelmemiş olması (Diyabet Diyetisyenliği, Renal Diyetisyenlik, Pediatri Diyetisyenliği vb.) gibi düzeleceğine dair umutlu olduğumuz, ancak zamana ihtiyaç duyduğumuz bir sürü problemimiz de var.
Yine meslek odamızın olmamasından kaynaklı asgari ücretle çalışan diyetisyenler olduğu gibi, ayda 30.000-40.000 lira kazancı olan diyetisyenler de var.
Ama inanıyorum ki yakın gelecekte bu güzel meslek hak ettiği değeri kazanacak. Gıda endüstrisinde sürdürülebilir tarımı destekleyen üretimler yapılıp fonksiyonel besinler üretilirken bir meslektaşım altına imzasını atıyor olacak.
Menülerini diyetisyenlerin hazırlamadığı tek bir kreş, bünyesinde diyetisyen bulundurmayan tek bir okul kalmayacak.
Yeme bozuklukları merkezleri açılıp meslektaşlarımın da içinde olduğu harika ekipler kurulacak.
Tek tük örneklerini gördüğümüz diyetisyen eseri organik çiftliklerin sayısı artacak.
En azından her bölgede Metabolik Hastalıklı Çocuklara özel merkezler kurulacak.
Onkoloji servislerinde nutrisyon üniteleri kurulup, kanser tedavilerinin başarı oranı artırılacak.
Diyalizinden, gastroenterolojisine, onkolojisinden, pediatriye bütün kliniklere başında birer diyetisyenin olduğu mutfaklar kurulacak.
Okullarda ekolojik tarım, sağlıklı beslenme ve pişirme dersleri olacak.
Aile diyetisyenliği projesi hayata geçirilecek, her ailenin bir diyetisyeni olacak.
İçinde hayallerini gerçek bir çalışma temposuyla birleştiren yüzlerce meslektaşımın olduğu diyetisyenlik, ülkemizin kalkınması, sağlığın korunması ve geliştirilmesindeki o büyük görev ve yeteneklerini önce kendisi fark edecek, sonra etrafındakilere fark ettirecek.
Güzel kardeşim, sana diyetisyenliği tavsiye edemem; sana hiçbir mesleği tavsiye edemem.
Sana tek tavsiyem, başarılı olabileceğin, her gün yataktan kalktığında uyanmanın en güzel sebebi olacak, tatillerde özleyeceğin bir meslek seçmen. O işi yapmış olmak için yapanlardan değil, en iyisi olmak için uğraşanlardan olmandır.
Ben mi? Ben dünyaya 10 kez daha gelsem, 10’unda da diyetisyen olmak isterdim.
Tercih döneminiz hayırlı kapılara vesile olsun, verdiğiniz kararlar başarı ve mutluluğunuzun anahtarı olsun.
Sevgiyle…
Umutlu olmak ne kadar güzel genç meslektaşım… 5 yıldır (3 farklı şehirde ve 4 farklı kurumda) bu mesleği yapan biri olarak ben de konuyla biraz alakalı, biraz alakasız olacak şekilde bir şeyler söylemek istiyorum.
Bazı insanlar nasıl bu kadar umutlu, bazı diyetisyenler nasıl bu kadar mutlu olabiliyor anlamıyorum ama hepsini gönülden tebrik ve takdir ediyorum. Benim onlarınki gibi umutla baktığım bir hayat yok, onlar kadar mutlu olamıyorum diyetisyenlik yaparken. Çünkü -en başa dönecek olursak- ben küçükken bana anlatılan dünya böyle değildi. Okuduğum kitaplardaki hayat bu değildi. Üniversitede okurken de vaat edilen meslek bu değildi. Hayat, yüksek ökçeli rengarenk ayakkabıların üstünde durmaya çalışmaktan; meslek, bedenine uygun şirin bir önlük bulmaktan daha zor.
Hastalarına “danışan” diyenlerden tutun da ödül olarak sticker veren diyetisyenlere kadar tüm meslektaşlarımı mesleklerini severek yaptıkları için takdir ediyorum, inanın. Hem de yaptıkları bazı şeyler hiç benim tarzım olmamasına rağmen… Çünkü onlar öylesine umut dolular ki… Apayrı bir dünyadalar sanki. Diğer bir dünyada da o umut dolu dünyada olmayan bazı meslektaşlarım var. İki dünya arasında kaç ışık yılı var bir bilseniz…
Bazılarımız fark etmeden öyle bir umutsuzluğa saplandı ki… Çoğumuz hala farkında değil durumun çünkü bu meslektaşlarımızın kazancı iyi (Allah daha çok versin) ya da yeri sağlam (Allah daim etsin) ya da bakış açısı hala öylesine olumlu ki çevresinde olup bitenleri göremeyecek kadar optimist. İşte bu optimist meslektaşlara sorarsanız, bu mesleği mutlaka seçersiniz demek istiyorum.
Mesleği gerçekten merak mı ediyorsunuz?
Sadece kendi yerini açmış ya da isim yapmış özel hastanelerde (ya da büyük devlet hastanelerinde) çalışan diyetisyenlerle konuşmayın.
Yemek şirketinde taşeron olarak çalışan bir diyetisyenle konuşun mesela.
Atanamayan bir diyetisyenle konuşun.
Diyetisyenlik yapmayan, başka bir iş yapmakta olan bir diyetisyenle konuşun.
Bakanlıkta (Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı mesela) veya üniversitede çalışan bir diyetisyenle konuşun.
Halk sağlığı’nda çalışan bir diyetisyenle konuşun.
Spor merkezinde ya da güzellik merkezinde çalışan bir diyetisyenle konuşun.
Eğitim Araştırma’da çalışan bir diyetisyenle konuşun.
Aynı kurumda 10 diyetisyenle çalışan bir diyetisyenle konuşun.
Aynı kurumda tek diyetisyen çalışan bir diyetisyenle konuşun.
Günlük Besin Tüketim Cetveli dolduran bir diyetisyenle konuşun.
İhale sonrası evine kadar takip edilen bir diyetisyenle konuşun.
Hastaneye et getiren yüklenicinin belindeki silaha baka baka et muayenesi yapan bir diyetisyenle konuşun.
Milyarlık yemek ücretlerinin altına imza atan devlet memuru bir diyetisyenle konuşun.
Mesleği ile ilgili bir nedenden dolayı mahkemelik olmuş bir diyetisyenle konuşun.
Hastanede bin parçaya bölünen, polikliniği içinde hasta varken kapatıp “Sebzeci gelmiş, siz burada bekleyin, benim gidip sebzelere bakmam gerek, ben muayene kabul komisyonundayım” diyen bir diyetisyenle konuşun.
Bu diyetisyenlerin hepsini ha deyince bulamazsınız tabi… Çünkü bu diyetisyenler instagramda her gün yiyecek resimleri paylaşan diyetisyenler kadar yakın değillerdir size.
Mesleğimizin pembe yüzü öylesine gözümüzü alıyor ki çoğu zaman yanı başımızda olan biteni göremiyoruz- ben dahil. Yanlış anlaşılmasın, kimseyi eleştirmiyorum. Herkes kendi hayatını yaşar, bu bir gerçek. Hatta biraz acımasız olmak gerekirse; herkes hak ettiğini yaşar. Hayat kimine rast, kimine hicaz, kimine acemaşiran, kimine nihavend, kimine segah… Sözüm meclisten dışarı kısacası. Sadece bu mesleği seçmeyi düşünenler için “madalyonun öteki yüzü”nü de görmelerini tavsiye ediyorum.
Not: İstediğinizi diyebilir, istediğinizi düşünebilirsiniz hakkımda. Umutsuz, kıskanç, isyankar, memnuniyetsiz, huysuz… Hiçbiri bu meslekte yaşadığım bazı olaylar, duyduğum bazı cümleler kadar yaralayamaz beni.
Not2: “Madem mutlu değilsin, niye bu mesleği seçtin? Niye hala diyetisyenlik yapıyorsun?” diye soranlar olabilir. Peşinen cevap vereyim. Ben niye bu mesleği seçtim? Çünkü o yıllarda seçebileceğim daha iyi bir meslek yoktu. Şu an niye bu mesleği bırakmıyorum? Çünkü bu zamanda bu eğitimle yapabileceğim daha iyi bir iş yok – belki biraz da şans yok. Hayata karşı bakış açım: Artık “Dönülmez akşamın ufkundayız” ve bu yüzden bir şekilde yaşamaya bakacağız çünkü “vakit çok geç” (evet, benim hayat segah makamı) :)
Yoruma kapalı.